umuttoker umuttoker

Anne

            Uzunca bir zaman önce yazılması gereken bir yazı aslında bu. Ama her zaman olduğu gibi "anne" en sona bırakılan bir olgu olmaya devam ediyor. Zamanında yazılsaydı, konu annenin kıymetini bilmek üzerine olacakken şuanda  yaptığımın bunla çelişmekten başka bir şey değil. Evet her zaman olduğu gibi bazı şeylere sahipken kıymetini bilmemek olayı tam tamınada bu yazının konusu.

           Bundan yaklaşık 1.5 ay önce bir çarşamba akşamı olmalı, annem o sabah bayıldığını ve hastaneye gittiğini söyledi. Bunu akşam herşey bittikden sonra söylemesi zaten başlı başına bir ironi barındırıyor. Anne bu, hiç bir tanımlamanın tamamen karşılayamayacağı, hiç bir kalıba oturtulamayacağı bir olgudan bahsediyoruz. Hastaneye beraber işe gittiği arkadaşları götürüyor. Onlar muhakkak ki "kime haber verelim oğlunun numarası ne?" gibi sorular sordular anneme ancak annem benim okulum aksamasın, diğerinin işi aksamasın falan gibi sebeplerle o sırada ki en önemsiz meselenin kendisi olduğuna karar verip hiç birimize haber verilmemesini istedi. Yazarken bile içim titriyor, hangi mesele annemden daha önemli olabilir ki? Hangi ders daha fazla şey öğretebilir veya? Ya da hangi kadın onun yerini tutabilir? Evet herkesin de bildiği gibi bunların sorulması bile abesle iştigal. Annem bu cümleyi kurduktan sonra, ona bağırasım neden beni aramadığını haykırarak sorasım gelse de, her zaman en kolay bağırdığımız kızdığımız ama bize hiç bir zaman darılmayan, hiç bir küsmesinin 1 saati aşamadığı, bize koşulsuz katlanan tek kişi kendisi değil mi? Peki ben ne hadle hala onun bana yaptıkları karşısında kendimde ona bağırma hakkı hissedebilirim? Belki de o akşam o cümle bir çok şeye bakış açımı değiştirdi. Bişey demeden annemin devam etmesine izin verdim. Ekg, kan tesleri ve bir çok kalple ilgili teslerin yapıldığını ve yarın sonuçları alıp doktora göstereceğini söyledi. İlk defa iş ciddileşiyordu, bundan önce sadece grip, nezle gibi hafif hastalıklar atlatan ve bunlara rağmen hala bize yemek hazırlamaya, ütümüzü yapmaya çabalayan annem kalbinden şikayetçi olmuştu. İlk defa boğazıma bir yumruk oturdu yutkunmanın bu kadar zor olduğunu hissettim. Annem hala "bişey yok şekerim düştü herhalde" diyor beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Annemi iyi tanıdığımdan yarın için işten izin alıp almadığını sordum. Çünkü ona göre hep ufak tefek meselelerdi kendisiyle alakalı olan meseleler. Hiç bir işin kendisi yüzünden aksaması kabul edilemez bişey onun için. Aldığını ve testleri gösterdikten yani öğlenden sonra tekrar işe gideceğini söyledi. Bayılmanın çalışırken değilde arabada giderken olması, şeker düşmesi savını güçlendirse de hala içim huzursuzdu. Sabah benimde geleceğimi söyledim ama kime söylüyorsun :) "Senin okulun yok mu? Derslerin sınavların yok mu? Bu sene bitecek o okul." minvalinde tonlarca öğütle başetmek zorunda kaldım. Sonuç olarak beni istemedi, belki cidden kötü bişey çıkarsa öğrenmemden korktu, belkide dediklerinden farklı birşey düşünmedi gerçekten. O gece yanaklarından ıssırarak öptüm tabi bir tonda azar işittim :) Sevindi hatta "Hayırdır bu da nerden çıktı" dedi. Bu cümle yine üzmeye yetti beni tabiki. Düşünsenize bir çocuk annesini öpüyor ve annesi buna şaşırarak "Bu da nerden çıktı?" diyor. Artık en son ne zaman öptüysem annemi böyle içten, öylesine, olsun diye olmayan bir şekilde kadıncağız şaşırıyor tabi.

           Yastığa başımı koyuyorum uyumaya çalışıyorum, ne mümkün. İlk defa annemi kaybetme korkusu saplanıyor kafama. Sanki bu dünyada ölüm diye bir şey yokmuş ve olsa bile bizim aileye hiç uğramıycakmış gibi yaşamışım bu zamana kadar. Düşündükçe aklıma anılarım geliyor. Hatırlamadığım zamanlardan başlıyorum, bebekken annemin altımı temizlemesi ve bundan hiç bir şekilde tiksinmemesi geliyor aklıma. Daha sonra sünnetim, ona verdiğim ağlamıyacağım sözünü tutarken onun dayanamayıp benim yerime ağlaması geliyor gözüme. İlk okula başladığımda annemin beni okul sırasına bırakıp gitmesi ve benim onlarca tanımadığım kişi arasında yalnız kalmam sonucu ağlamam geliyor, onunda dayanamayıp giriş kattaki sınıfımızın camından beni izlemesi onun da ağlaması geliyor. Onu o camda gördüğümde ki mutluluk geliyor aklıma. Babamdan boşanıp istanbula gittiği gün geliyor gözüme, vedalaşırken döktüğü gözyaşları, kemiklerimi kırarcasına sarılması geliyor. Dayanamayıp düzenini kurar kurmaz beni yanına alması geliyor. Top oynarken kırdığım kolum geliyor aklıma, annemin fabrikadaki akşam mesaisinden dönüşünü bekleyişim, o zamana kadar acımı dindirmek için yaptığım onca saçma sapan şey, evi dağıtmam ve annemin gece 12 de gelip benim gözyaşlarımdan başka hiç bir şeyi görmemesi geliyor. Doktorlar rontgen sonucunda kolumdaki iki kemiğinde kırık olduğunu belirliyor ve iki tane iri yarı doktor veya asistan (o zaman beyaz önlük giyen herkes doktor benim için) kolumun iki ucundan tutarak birbirlerine doğru çekmesi ve annemin dayanamayıp "aman incincek bi yeri dikkat edin!" demesi geliyor. Alçılı kolla hiç bir oyun oynayamayan bişey yapamayan beni, sırf biraz moralim düzelsin diye tek izinli gününde ve çok kısıtlı paramızla adalara götürmesi geliyor. Denize girebilmem için çöp poşetiyle tüm alçıyı sarmaladığı ve benim buna rağmen denize girmemem, onun da benim yüzümden girememesi geliyor aklıma. Kazandığım devlet yatılı bursluk sınavı sonucunda aldığım ilk bursla, onun kimlikte yazan doğum günüyle hiç alakasının olmadığını bildiğim halde, sevdiği arkadaşlarını çağırmam bir yaş pasta almam geliyor aklıma. Eve girdiğinde ki mutluluk ve organizasyonu benim düzenlediğimi öğrendiğinde ki bana sarılışı geliyor. Biraz büyüyüpte İstanbul'a alışamadığımı Ankara'ya dönmek istediğimi söylemem geliyor aklıma. Nasıl üzüldüğünü anlatamam, İstanbul'u cazip kılmak için yaptıkları, beni mutlu etmek için yaptıkları anlatmakla bitmez. 7. sınıfta ankaraya dönmem, annemin hasretime dayanamayacağını bilmesi üzerine sırf bana daha kolay ulaşabilmek için, daha yeni çıkmış cep telefonlarının ne kadar pahalı olduğuna aldırış etmeden taksitle bile olsa bana bir tane alması geliyor aklıma. Neredeyse hergün aramasına rağmen dayanamayıp ben 8. sınıfdayken onunda Ankara'ya gelmesi, yeniden düzenini kurmaya çalışması geliyor aklıma. Çabalamasına rağmen 2 sene sonra tekrar İstanbul'a dönmek zorunda olduğu geliyor. Artık her arayışındaki ağlama sesleri geliyor aklıma. Benimse "Yine ağlıycak, açmasam mı?" düşüncelerim geliyor utanıyorum kendimden. Lise sondayken ki ve abimin askerde olduğu şubat ayı geliyor aklıma. Okuldan döndüğümdeki kapıya sıkıştırılmış not "Umut baban Ankara Hastanesi acilinde çabuk gel". Yoğun bakımda ki hali geliyor babamın aklıma, beni görüp iyiyim demeye çalışması ama beyin basıncı sonucu geçirdiği kirizle dişlerinin dilini kesmesi, konuşamaması ama gözlerinden düşen damlalar geliyor. 18 e gireli daha bir ay olmamışken babamın beyin ameliyatına izin verdiğim 10 kişiden fazla doktordan oluşan heyetin önünde çok masumane sorduğum "Ölme riski nedir?" sorusu geliyor aklıma. "Masada kalabilir" cevabı üzerine babam için döktüğüm ilk göz yaşları geliyor aklıma. Geçirdiği beyin ameliyatından sonra annemin durumu öğrenip, benim tek başıma bunlarla başedemeyeceğimi düşünüp herşeyi bırakıp Ankara'ya dönüşü geliyor.  Babamın gençliğinde annemi sürekli dövmesi hatta bunların birisinde çenesini kırması geliyor aklıma. Annemin herşeye rağmen sırf benim öss sınavım düzgün geçsin diye onca şey çektiği eski kocasının başında durması nasıl gidebilir gözümün önünden. Herşeyin sonunda İstanbul'daki kurulu düzenini bırakıp babamla tekrar evlenmesi, ona bakması ve benim üniversite masraflarım için çalışması geliyor aklıma. Ve şimdi bu hiç bir sıfatın yeterli kalmadığı kişinin artık yok olma ihtimali. Sizce de varmı böyle bir ihtimal? Nasıl olabilir hayatımın her döneminde yanımda olmaya çalışan, her başım sıkıştığında sürekli arkamda olan birisinin nasıl bidaha olmayacağını söyleyebilirsiniz?

           Her çocuğun küçükken ortak bir duası vardır bence. Benim kide aynıydı "Ne olur Allahım annem, babam, abim benden sonra ölsünler". Belki o yaştan kalan tek değişmeyen duamdır bu. Keşke bütün dualarımız kabul olsa ve kabul edebilecek birisi bulunsa. Hayat malesefki bizim küçüklüğümüzde ki kadar masum değil. Eminim annem ve babamda bu duaları kendilerine göre değiştirip ediyorlardır.

          Benim, annem için yaptıklarım geliyor aklıma. Anneler gününün birinde aldığım ütü, bir düğerinde ise fırın geliyor. Ne kadar çıkarcı değil mi? Bana bir kalem veya defter alınsa ne kadar sevinirdim diyorum. Sadece bir aydır tanıdığım kıza çiçek alırken neden anneme almadığım geliyor. Sadece bir kaç aydır tanıdığım kızların tonlarca kahrını çekerken, annemim istediği bir bardak suyu mutfaktan getirmenin benim için ne kadar yorucu olduğu geliyor. Telefonumda 10larca arkadaşımın 100 lerce resmi olduğu halde neden annemin bir tek resmi olmadığı geliyor aklıma. Arkadaşlarımın annemi görürse utanırım dediğim düşüncelerim geliyor aklıma. Arkadaş muhabbetinde annemin çaycı, temizlikçi olduğunu söylemekten utandığım geliyor aklıma. Oysa ki orda okumamı sağlayan o kadın. Sonra şerefsiz olduğuma karar veriyorum. Bunlar şerefsizlikden başka birşey değil diyorum. Ama herkes böyle yapıyor olmalı diyorum. Herkesin böyle yapması bu durumun şerefsizce olduğunu değiştirmiyor malesef. Evet ben şerefsizim ve bunu düzeltmek için söz veriyorum kendime.

          Hiç bir kadın annem gibi olamıycak. Ne altımdan pisliğimi atacak, ne bi yerim kırıldığında benimle birlikte ağlıyacak ne de kızmalarıma bağırmalarıma aldırış etmeden beni sevmeye devam edecek. Hayatıma çıkan ve çıkacak kadınların, hatalarımı kolluyacağını ve ilk hatamda bana sırt döneceklerini ve benim ikna etmek zorunda kalacağımı biliyorum. Hiç bir hatamda arkamda annem gibi durmıycaklar, hiç bir acıya benim için katlanmıycaklar. Zaten böyle olmasına da gerek yok. Kimse annem olamaz ve olmamalı da.

          Neyse, sonraki güne geçecek olursak, ben öğlen olmadan arıyorum annemi, tabi klasik anne bizimki de "cep telefonu cepte taşınmak için değildir, çantada taşınır" mantığında :) . İşe geçtiğinde görüp arıyor beni ve holter takılacağından söz ediyor. Yani kalp ritmini ölçecekler ve bi sorun varsa tespit edecekler. Cuma günü holteri takıyorlar, araya haftasonu girdiğinden sonuçları öğrenmek için pazartesiyi beklemek zorunda kalıyoruz. Pazartesi günü tekrar arıyorum annemi bu sefer duyuyor ve sorunun kolestrol olduğunu kalpte herhangi bir sorunun olmadığını, doktorun bir diyet listesi verdiğini söylüyor. Benimde boğazımdaki yumruk artık yavaş yavaş kayboluyor. Tabi boğazımdaki yumrukla birlikte bütün düşünceler ve kendime verdiğim sözler gitmiyor.

          Artık hergece yatmadan, ısırıklı öpücükler vermeye gayret ediyorum. Çiçeği sadece kızlara değil anneme de alıyorum. Hediye almak için anneler gününü beklemiyorum. Biraz da diyetine uymasını sağlamaya çalışıyorum ama ne mümkün, o tereyağ, bal yenecek o kahvaltıda (Canan Karatay öyle demiş :) ) . Haftasonları ondan erken kalkıp ona kahvaltı hazırlamaya çalışıyorum ama illaki eksik bişeyler kalıyor ve illaki o da bişeylere el atcak. Kalkıp yüzünü yıkayıp sofraya oturamaz o öyle direk :) .

          Demem o ki, belki küçük masumiyetimle ettiğim dualar işe yarıyor olabilir benim için ama siz benim gibi bir işaret beklemeyin hayattakilerin kıymetini bilmek için. O işareti aldığınızda artık herşey için geç olabilir. Dünyada en çok kıymeti hakedenler bence anneler ve bu kıymeti mezar taşlarına değil kendilerine gösterin.